Hepimizin bildiği gibi bebeğin bakım ile ilgili gereksinimlerini aksi gerekmedikçe annesi karşılar. Bu, çocuğun babayla olan etkileşiminden çok daha yoğun bir süreçtir. Bu yoğunluk fiziksel olduğu kadar manevidir de. Doğumdan sonra memede başlayan her bir fiziksel temas, manevi bir alışveriş demektir. Annenin çocukla kurduğu bu temaslarda çok derin bir etkileşim gerçekleşir. Yakılan bir tütsü gibidir anne; bir odada yakıldığında bütün bir eve yayılan tütsü gibi duygularıyla çocuğunun üzerine siner. Diğer bir deyişle, annenin bütün manevi halleriyle bütünleşir bebek (duyguları, düşünceleri, içgüdüleri, ruhsal yapısı). Anneler çocuklarına her şeylerini verirler fakat sağlıksız tarafları da bu alışverişin içerisinde yer alır. Endişeli hallerini, telaşlarını, kaygılarını, hüzünlerini çocuklarına farkında olmadan aktarırlar.
Kendini tanımayan bir anne için çocuğu bataklık kenarındaki bir filiz gibidir. Anne, yaşama tutunmak için farkında olmadan bu filize tutunur. Bu kederli hal içinde ilişkilerine açılamayan ve genellikle eşiyle de mutlu olmayan anne, çocuğuna “annesiz büyüyemezsin” mesajı verir. Bu ifade aslında “Beni yalnız bırakma” demektir.
Çocukla kurulan bu temas belirli bir sağlık düzeyinde olan her anne için sıcaklık ve haz vericidir. Hatta bazen annelerin bu yakınlıktan aldıkları hazdan ağızlarının sulandığını bile görürüz. İştahlı bir ilişkidir anne çocuk etkileşimi. Fakat bu hazzın da bağımlısı haline gelinebilir. Gelişen çocuk, annenin kendisine daha güvenle tutunmasını sağlayabilmek adına köklerini kalınlaştırarak olduğu yerde kalmayı tercih etmeye başlar. Kendisinden vazgeçer. Böyle yapması kendi gelişimine odaklanmaktan ziyade annesinin kendisini daha olumlu hissetmesini sağlayabilmek içindir. Aldığı bu sorumluluğun altında ezileceğini hesap edemez çocuk. Zorlansa da annesinin duygusal açlığını gidermeye çalışır. Çocuk, dışa yöneleceği ve gelişeceği çağlarda içe bükülür ve kendi iç dünyasına kapanmaya başlar. İşte depresyon denilen kederli ruh halleri böyle köklerden oluşmaya başlar.