parallax background

Çalışma Notlarım, “Hımm” Demenin Arka Planı

Özsüz Bir Güven Hakkında
Ağustos 19, 2019
 

Bu yazı Jacobson okuma notlarımdan oluşan bir derlemedir.

Freud, şizofrenlerdeki narsistik durumu, âşık olma durumundaki bireyin bir nesne uğruna kendi kişiliğinden vazgeçmesi durumu ile karşılaştırır. Şizofrenlerin megalomanisinde nesne libidosu ortadan kalkmıştır. “Öteki” ölmüştür kısaca tabir etmek gerekirse. Böylelikle dış dünyadan çekilen libido bene yönelir ve narsisizm denenen duruma yol açar. Aşık olma durumunun tam karşıtıdır.  Bu konuya devam ederek, çocuklardaki megalomanca tutumun da narsisizm kavramını desteklediğini belirtir, çünkü düşüncelerin tümgüçlülüğü, kelimelerin mucizevî gücüne inanç ve büyü ile dış dünya ile baş etme çabası vardır.

Narsisizm ve mazoşizmi karşılaştırmak Freud’un bir önerisidir. Nesne yatırımlarını geri çekerek kendini sevme, hayran olma ve libidinal doyum alma; ya da nefret, küçümseme ve yıkıcılık nesnesi yapma eğilimleri oldukça ben merkezcil durumlardır.

Freud, uykuyu tam narsistik durum olarak düşünebileceğimizi söyler. Bu noktada Jacobson’ın da bunu onayladığını görürüz. Çocuğun psikolojik durumunun anlaşılabilmesi için öncelikle içeriye ve dışarıya boşalımın ne olduğunun detaylandırılması gereğinden bahseder Jacobson.  İçeriye boşalım: Bu durumu Jacobson şöyle detaylandırır: küçük miktarlarda ruhsal enerji, beslenme aralarında, özellikle “iç” fizyolojik kanallar yoluyla sürekli olarak ve “sessizce” boşalmakta olabilir. Ayrıca, çocuğun uyku halindeki genel durumunu, içeriye doğru dürtü boşalımının ilk çocuksu biçimi olarak nitelendirir.

Dışarıya boşalım: Yeni doğan bebeklerde de, ağlama, beslenme öncesi ve sonrasında sergilenen davranışlar, dışkılama işlevlerinde sergilenen tipik davranışlar duygusal-devinimsel boşalım süreçlerinin ilk tezahürleridir.  Yani ilkel de olsa yalnızca “self” e (kendilik)  yönelik değildir dürtü boşalımları.  Fakat bebek haz veren veya hoşnutsuzluk yaratan durumlar dışındaki durumlarında farkında olmamasından dolayı da bu dürtü tezahürlerini “narsistik” olarak tanımlamamaktadır Jacobson.  Bu biyolojik boşalımlar, nesneye yönelik boşalımların öncülleridir.

Çocuklardaki duygusal organ dilinin normal yetişkinlerin coşkusal durumlarında, kaygı durumlarında “yeniden bedenselleşmesi” ni görebilmekteyiz.

Psikozlardaki depresif ya da katatonik uyuşukluk gibi halleri de uyku durumundaki bebeğin haline benzetebileceğimizi söylemektedir Jacobson, ancak bu bebeğin durumunun patolojik halini işaret etmektedir.

Freud, birincil narsistik-mazoşistik durumda yaşam içgüdülerinin kendine yönelik yıkımı engellediğini düşünmüştür.  Libido ve saldırganlığın birleşmesinin yıkıcı dürtüleri ortadan kaldırdığını bilsek de, Jacobson bunun çocukluk sürecinin çok sonraki döneminde ortaya çıktığını iddia ettiğinden yaşamın başlangıcında içgüdüsel enerjinin hala farklılaşmamış durumda olduğunu, doğumdan başlayarak dış uyaranların ve ruhsal gelişimin ilerlemesi ile farklı niteliklere sahip iki tür ruhsal dürtüye dönüştüğünü varsaymaktadır.

Freud un çift dürtü kavramının, ölüm içgüdüsü yani birincil mazoşizm kavramına göre daha çok kullanışlı geldiğini Jacobson bize söylemektedir.

Freud’un karmaşık birincil ve ikincil mazoşizm kavramlarını bir kenara bırakırsak ve Jacobson’ a gelirsek Hartmann’ ın da kullandığı “kendilik” kavramı üzerinde durduğunu görürüz.  Jacobson, kendilik ve ben kavramlarını birbirinden ayırır. Ego sisteminin, bireyin nesne yatırımlarının artmasıyla ve bu dünyayı kendi ruhsal ve fiziksel kendiliğinden ayrıştırdıkça geliştiğini söyler.

Jacobson’ da, Klein gibi çocuğun anne ile kaynaşma arzusundan bahsetmektedir. Çocuk analistlerinin görüşü 3 yaşına kadar anne ile kaynaşma fantezilerinin normal olduğudur.  Ben işlevlerinin çalışması için de çocuk anneye bağlıdır. Çünkü onu “ben” yerine “anne” korumaktadır.  Anne onu kaldırır, besler, ayakta omurgasını düz tutmasına yardımcı olur.  Bu yüzden de birkaç yıl süre boyunca çocuğun anne imgesi, çocuğun kendilik imgesinin bir uzantısı olur.

Temizlik eğitimi içgüdüsel dürtülerinin kontrol edilmeye başlandığını gösterir, (bununla beraber yürümesi, konuşması da) bu da ego oluşumunun ilerlediğini gösterir. Yiyeceklere, giydirilmelere karşı tepki göstermesinin başlaması da süper egonun oluşumuna işaret eder.

Bebek, başlangıçta annesi gibi olmaya çalışır ama bunun içerisinde özdeşleşme ile ilgili bir gelişme yoktur henüz.  Daha ziyade bebek, “mış gibi” tekrarları ile anneyi oynamanın anne gibi olmak demek olduğu yanılsaması içerisindedir. Bebek, anne ile kaynaşma fantezisi içerisindedir. Nesneymiş gibi yaparak çocuk, “o” olduğunu düşünür.

Gerçekliği algılama kapasitesindeki yeterlilikten dolayı, gelişen bebek, büyülü fantezilerine uygun olarak nesne ve kendilik imgelerini birleştirir.  Bu dönemde yatırım süreçleri, çocuğun sevgi nesnesini içine alma ve dışına atmaya yönelik bilinçdışı fantezilerinde içe yansıtma ve yansıtma mekanizmaları ile ifade edilir. Kendilik imgeleri ve nesne imgeleri arasındaki fark görülemez.  Tümgüçlü anneye bağımlılık ile kendiliğini genişletmek ve sevgi nesneleri üzerine tahakküm kurmaya yönelik saldırganlık arasında çift değerli (ambivalan) dalgalanmalar yaşar. Buraya kadar odipal dönem öncesi anlatılmıştır. Odipal dönemde de çocuk, büyülü fantezilerinden tamamı ile kurtulamaz. 

Burada hatırlamak lazım ki Freud, “Narsisizm üzerine Bir Giriş” makalesinde, çocukların ilkel insanların ve şizofrenlerin düşüncelerin tümgüçlülüğüne ve sözcüklerin büyüsüne olan inançlarını birincil narsizmin bir kanıtı olarak görür.  Bu aşama henüz sınırları ayrılmamış olan kendilik ve nesne imgelerinin yavaş yavaş oluşmaya başlayacağı ikincil narsizm in, ya da ego oluşumunun ön aşamasıdır.

Çocuğun ikinci yılına girmesi ve fiziksel hareketlenmesinin başlaması ile birlikte ben fonksiyonları da kuvvetlenmeye başlar. Jacobson’ a göre gerçek manada özdeşleşmelerde bu süreçle beraber başlar.  Hırslı yönelişler ve rekabet gelişir. Mesela başka bir çocuğun onun oyuncağını almasını istemeyebilir.  Bu noktada, sevgi nesnesinin kendiliğinin bir parçası yapması arzusu da azalır, yerine bu rekabet ettiği nesnelere benzeme arzusu gelir.  

Çocuğun gelişiminde ego sunun yapılanmasında ebeveynin önemi yüksektir. Ebeveynin etkileri ego gelişimini uyarır, cinsel ve saldırgan dürtülerin kontrolüne, kısmi engellenmesine, kısmi birleşmesine, yansızlaşmasına ve ben ile “ikincil” süreç işlevlerinin hizmetinde kullanmasına destek verir. Bu etkiler çocuğun bireyleşmesine ve psikobiyolojik olarak belirlenmiş bağımlılık durumundan toplumsal, kültürel ve ego ile bağdaşmış cinsel uğraşları içine alan bağımsız bir ben etkinliği durumuna geçmesine yardımcı olur (sy:54). Ebeveyn sevgisi, hem nesneye, hem de self’ e istikrarlı ve kalıcı libidinal yatırım yapılmasını desteklediği ve sevgi ilişkilerinin, kalıcı özdeşleşmelerin ve dolayısıyla normal bir ego ve superego oluşumunun en büyük güvencesidir. Ancak içgüdüsel ve coşkusal engellenmelerle, yasaklar da, ebeveynin talepleri ve toplumsal ve kültürel uğraşların uyaranlarıyla birleştiğinde, etkili, ve bağımsız işlev gören ve kendine güvenen bir egonun gelişimine önemli katkılarda bulunur. 

Sürekli engellenmelerde çift değerlilik (ambivalant) çatışmalar ortaya çıkar. Çocuk, haz veren şeyleri self ine, hoşnutsuzluk yaratan şeyleri de yabancı nesneye atfeder. Saldırganlık engelleyici nesneye, libidoyu selfine yöneltme eğilimindedir.

Normal sınırlardaki engellenmeler, talepler ve kısıtlamalar, nesnelerin ve kendiliğin keşif ve ayrım sürecini güçlendirir; çocuğu kendi kaynaklarına geri gönderir ve ebeveynle ilerletici özdeşleşmeleri uyarır. Böylece gerçekçi bağımsız başarıların yolunu açar. Bunlar çocuğa yalnızca odipus öncesi ve odipal cinsel dürtülerden değil, aynı zamanda ilk çocukluktaki dışarıdan büyülü bir destek, korunma ve arzu doyumu alma beklentilerinde de vazgeçmesini öğretir.

Aşırı doyumlar da, aşırı engellenmeler kadar self ile sevgi nesnesinin yeniden birleşmesi gibi gerilemeli fantezileri alevlendirme eğilimindedir. Yani, sürekli aşırı doyum, ya da aşırı engellenme, çocuğun nesneler ile self i arasında sağlam sınırlar oluşturmasını geciktirebilir ve dolayısı ile ego ve süper ego oluşumunu ve normal bireyleşme sürecini bozabilir. (E.Jacobson, sy: 57)

Cinsel Kimlik ve Egonun yapılanması

Kimlik oluşumu, odipal evrenin başlangıcında, çocuğun yatırımları başkalarının ve kendisinin genital organ imgelerine odaklanmasına yol açan genital ilgi artışı ile güçlü bir itki kazanır.

Bu ilginin artması ile beraber eğer “dokunma” ya bir yasak getirilirse, görsel olarak algılamaya aşırı yatırılmasına sebep olur. Özellikle başkalarının ve kendisinin genital organlarını görmeye meraklı olur. Cinsel organlara odaklanmaktan uzaklaşmanın ebeveynin eğitim biçiminde de gözlemleriz. Ebeveyn daha çok eril ya da dişil fiziksel ve ruhsal öğeler üzerinden çocuğuna eğitim verir.  

Bazı açık erkek ya da kadın eşcinsellerin neden her zaman kimlik problemi yaşamadığını Jacobson sevgi dolu fakat baskın ve etken bir “fallik” anne ile özdeşleşmeye bağlamaktadır. (Freud da böyle yapmaktadır). Burada cinsel sapmalarını iyi bir şekilde kabullenmelerini sağlayan bir self konsept ve dolayısı ile istikrar vardır.

Jacobson, yukarıdakinin tam tersine “dişil” tutumları ve “hadım edilmiş bir genital organa” sahip olma fantezilerin, kurban konumundaki, acı çeken “hadım edilmiş” kadını oynayan anne ile ileri derecede mazoşistik özdeşleşmelere dayanan gizil veya açık eşcinsel çatışmalar sergileyen bazı hastalarda da, derin kimlik sorunları ortaya çıktığını gözlemlemiştir.

Cinsel farklılıkların keşfi ve kabulü, oğlan ve kız çocukta annenin bir parçası olma, dolayısı ile “bebek” olarak kalma isteğinin aşamalı olarak terk edilmesine yardımcı olur.

Küçük kızların dişilik rolünü isteksizce kabullenişini yalnızca babalarının ayartıcı tutumu değil aynı zamanda küçük oğlan çocuklarının aşağılayıcı tutumlarından da destek gördüğü belirtilmektedir. Oğlan çocuklar “haddini bildirmek” yolu ile kıza ait olduğu yeri, yani dişi olduğunu kesin bir dil ile bildirmek ister. Erkek çocuklarında hadım edilme korkuları, kızlarla birlikte olmaktan alı koyar ve eril bir grubun parçası olmaya teşvik eder. Bu durumda, üstün bir erkek olarak kendini gösterme eğilimi ile beraber karşı cinse karşı fallik-eril tutumlar sergilemesine yol açar.

Kaynak: Jacobson, E., Kendilik ve Nesne Dünyası. İstanbul: Metis Yayınları, 2004.

Comments are closed.