“Özgüven”. Bu kavramı ne kadar sık duyuyoruz değil mi? Neredeyse lüzumsuz herhangi bir şeyi yapmak istemiyorsak bile özgüvenimizi sorguya çeker hale geldik, acaba eksik mi diye. Dış görünüşümüze önem vermiyoruz diyelim, özgüven eksikliğinden kaynaklanıyor deniliyor. Fazla konuşmaktan hoşlanmıyorsak, yine özgüvenimiz zayıf diye düşünülüyor. İlla gerektiğinde tartışabilmeli, popüler insanlara merhaba diyebilmeli, dans edebilmeli, uyumlu giyinmeli ya da gerektiğinde lafı gediğine koyabilir olmalı mıyız?
Ünlü bir şairimiz, ben insanların laf etmeleri karşısında hiçbir zaman gerekli cevabı yapıştıran kişilerden olamadım diyor. Bu halini özgüvensizlik diye mi değerlendireceğiz?
Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde “öz”, bir kimsenin benliği, kendi manevi varlığı, içi, olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımdan özgüvenin sıradan bir güven olmadığını, kolay sağlanamadığını çıkarabiliriz zira ilk başta içimizdekileri bileceğiz ki neye güvendiğimizi bilelim. Yani, kişi özünü ne kadar çok tanıyor ise güveni de o kadar bilinçli bir haldedir diyebiliriz. Günümüzde özgüven bir sürü seminer, farklı lisanlar öğrenme, farklı aktivitelerde bulunmayla sağlanabilir olduğu zannedilen bir beceri haline gelmiştir. Hatta dayanak noktalarından biri de istek ve arzuları harekete geçirmekte kendini serbest bırakmaktır. Diyelim ki içinizden bağırmak geçti, o esnada bağırın; alışık olmadığınız bir renklilikte giyinmek istediniz diyelim giyinin, işte özgüveniniz geldi. Neredeyse bu kadar kolaycı bir özgüven hayali var.
Özde varolan neyse güven de onun üzerine inşa olur. Bazen güvenin dayandığı payanda “öz” yerine, madde olur. Maddeye ulaşma ihtiyaçlarının kapladığı bir özün güven ile buluşmasıyla: En üstün olma, herkesin bir fiyatının olduğuna dair bir inanç, başkalarını küçümseme gibi düşünce ve davranışlar açığa çıkar. Özün alt yapısında, ehlileşmemiş içgüdüler ve cehalet varsa, güven bunların üzerine kurulur ve cahil cesareti dediğimiz gücü oluşturur. Bu yıkıcı gücün de şuursuz bir özgüvenden kaynaklandığını söylememiz kimseyi şaşırtmasın. Mesela, genç bir hastam içindeki öfkeye öylesine güveniyordu ki iskelet gibi vücuduna rağmen her türlü kavganın ortasına kendisini atmaktan çekinmiyordu. Özünde öfke hakim olduğundan, güveni de bunun üzerine inşa olmuştu.
Kimi zaman, “öz” deki duygular ve fikirler o kadar dengededir ki bunlara dayanan güvenden alçakgönüllülük dediğimiz güç doğar. Kişi kendisini göstermek ve ispat etmek gereksinimlerinden uzaklaşır. Öylesine bir güvendir ki bu, etrafındakilerin karalaması ya da alkışlaması arasında bir fark kalmaz. Bildiği onca şeye rağmen, “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” diyebilecek kadar kendine güven duyan bir filozof ya da binlerce beyitlik edebi bir şaheser yazdıktan sonra “Yaptığım şey kâtipliktir” diyebilecek mütevazılıkta bir şair böyle olunur.
Bir diğer yandan mesleğine yeni başlayan bir üniversite mezunu düşünelim. Bir konudaki görüşü sorulduğunda yalnızca cevap vermeye çalışmakla kalmaz başka bir sürü gereksiz bilgiyi de sıralayıverir ki deneyimsizliği gözükmesin. Bilmiyorum diyebilecek bir özgüvene sahip olabilmek hiç kolay bir iş değildir ve güveninin hangi kuvvete dayandığını bilmek de öyle… Günümüzde, kendine güveni olduğunu zanneden birçok genç, kolaylıkla her gece başka biriyle birlikte olmayı bir özgüven ve bağımsızlık olarak düşünmektedir. Oysa, ilişkilerde sık sık eş değiştirme, yalnız kalamamayla ilgili birtakım zayıflıklara işaret eder. Bunlara ek olarak, küpelerinin çokluğu, en acı verecek yerlerine bunları takabilmesi, dövmesinin büyüklüğü ile özgüvenini göstermeye çalışanlar da var. Bu saydıklarım elbette bir özgüven eksikliğini gösteriyor. Fakat güvenden önce öz gelmektedir. Öz ile bağlantısını koparmış olan ve içinde hangi güçlerin bulunduğunu bilmeyen birisine tek başına “güven” ne yapabilir ki? İçindeki ehlileşmemiş kuvvetlerin şuursuzca körüklenmesine sebep olmaktan başka?
Bu yüzden kendimizi bilmek için çalışmalı ve özgüvenimiz eksik mi fazla mı düşüncesinin üzerinde kıyamet koparmak yerine özümüz de ne var ona bakmalıyız. Zira, aşırı şişmiş bir ego, madde hırsı, öfke, haset gibi muhtelif güçlerin de üzerine güven inşa olabilir.
Bu sebeple terapi, yoga, bilinç, sanat çalışmaları gibi bir takım vesileler ile özümüzle bağlantımızı kuvvetlendirmeli, güveni de saflaştırdığımız bir öz üzerine inşa etmeliyiz.