Anne, hayatın başlangıç penceresi, annelik de büyük bir kısmı içgüdüsel olarak işleyen cana can katma sürecidir. Binlerce yıldır tüm doğallıyla devam eden bu sürecin, kaynağı belirsiz bilgilere endeksli bir hale gelip sıkışmasından korumak ve ait olduğu doğallığa dönmesinin önemini hatırlatmak için bu konuda bir yazı daha yazmak istedim. D.W. Winnicott’ tan annelik ve bebek ilişkisi hakkında öğrendiklerimle beraber kendi gözlemlerimi aktarmaya çalışacağım.
Annelik ve emzirme sürecinin günümüzde sadece malumat depolayarak yürütülebilecek bir dönem olduğu zannedilmeye başlansa da, doğum ile beraber annenin fikirleri çabucak değişime uğrar. Zira doğumdan sonra anne yeni gelen bebeğin yükümlülüklerinin bir anda farkına varmak durumunda kalır. Bu da eski hayatı ile yeni hayatı arasındaki farkları kıyaslamasına ve zorlanacağı hissine kapılmasına sebep olur. Bu hissinde hiçbir anne yanılmamıştır herhalde. Bebeğin dünyaya gelmesiyle beraber kadının hayatında çok şey değişir. Bu döneme kadar annenin birbirinden farklı pek çok ilgi alanı olabilir. Yoğun bir iş kadını, aktif bir gönüllü, birçok hobisi olan biri ya da her an bir şeyler yapmaya hazır olan sosyal bir kişi. Bu esnada doğan bebek eğer beklenen ve arzu edilen bir bebek ise ortaya çıkan yeni sorumluluklar da anneye nispeten daha hafif gelir. Eğer beklenmeyen bir bebek ise anne kendisini ve bebeğini idare etmek noktasında zorlanacaktır.
Anne bebeğinin karakteristik özelliklerini doğmadan öncesinde de bilebilir. Çok hareketliyse ve tekmeliyorsa acaba erkek mi olacak diye düşünmüştür mesela. Bu hareketliliğin sağlıklı bir yaşam belirtisi olmasından dolayı da memnuniyet duymuştur. Bu esnada bebek de anne hakkında birçok şey bilmeye başlamıştır. Yemeklerini paylaşmıştır. Anne sıcak bir çay içtiğinde bebeğin de kanı daha hızlı hareket etmeye başlamıştır. Anne adayı randevusuna yetişmek için koştuğunda bebek de bir hareketlilik içerisine girmiş ve kan akışı hızlanmıştır. Annesi gürültülü bir yerdeyken, kaygılıyken, öfkeliyken de bunları bir ölçüye kadar hissettiğini farklı hareketleriyle göstermiştir. Aslında doğuncaya kadar bebek anneyi, annesinin onu tanıdığından daha çok bilir.
Anne, bebeğini iki farklı konumda yaşar. Biri halinden memnun ve sakinken, diğeri ise heyecanlıyken. Daha sakin olduğu zamanlarda vaktinin büyük bir çoğunluğunu uyku ve uyanma süreçleriyle geçirir. Bazı bebekler kolay kolay uykuya dalamazlar. Bu duruma etki eden birçok faktör olabilir. Bazen yaşadıkları bir gerilim bazen de bir hastalık bunun sebebidir. Böyle bir durumda anne için yavrusuyla rahat bir ilişki kurabilmek oldukça zor hale gelir.
Anne bebeğine yardımcı olabilmek adına onu iki konumunda da sevmeye ve tanımaya çalışmalıdır. Çünkü bebek için daha az heyecanlı olduğu, sakin bir uyku halinden bir anda açlık ve içgüdülerinin baskınına maruz kaldığı bir hale geçişi çok ani ve acı bir süreçtir. Bu geçiş için annesinin yardımına ihtiyacı vardır. Anne böyle süreçlerde bebeğinin hava yastığı olur. Buna da ancak o bebeğin annesi katlanabilir. Bazen ailedeki “deneyimli” eski anneler ya da komşular bu sürece o kadar çok karışır ki anne kendi içerisindeki sezgilerini duyamaz olur. Böyle bir durumda annelik sürecinde yaşadığı karmaşadan çıkmak için biz psikologlara ihtiyaç duyar. Fakat her şey yolunda giderse ve kendi sezgilerinden uzaklaşmamayı başarabilirse böyle bir terapötik sürece gereksinimi olmaz.
Bebekler doğduklarında kollarında saatleri yoktur. Dolayısıyla yetişkinler gibi daha akşam yemeğine vakit var bari bir şeyler atıştırayım diyemezler. Bu yüzden, ilaç yazar gibi üç saatte bir emzirilmeleri yönündeki tavsiyeler bebekten daha çok anne veya doktor için kolaylaştırıcı tavsiyelerdir. Bebek için en ideali, açlık dürtüleri bastırdığında ya da kurtlar gibi acıktığında sonuna kadar karnını doyurabileceği bir anne memesinin varlığıdır. Yani bebeğin esas arzuladığı dilediğinde hazır bulabildiği, tatmin olduktan sonra da diliyle itebileceği bir anne memesinin varlığıdır. Sokakta çiçek satan bir çingenenin doğallığında olan bir süreç bebek için en tatminkâr olanıdır.
Emzirme sürecinin ilerleyen evrelerinde anne ve çocuk arasındaki iletişim kuvvetlenecek ve daha uyumlu bir ekip haline gelmeye başlayacaklardır. Bazen işiyle ilgili kaygılarından veya hayattaki başka zorluklardan dolayı annenin sütü gelmeyebilir. Böyle bir durumda bile bebek, biberonun arkasında duran annesinin siluetiyle sakinleşebilecektir. Yavaş yavaş merakı ve gözlemleri annesinin arka planındaki eşyalara, oradan da evin dışına doğru hızla gelişecektir.
Anne, yemek verirken, altını değiştirirken, karyolasında seyrederken, banyo yaptırırken bebeğini tanımaya ve yanında yattığında, göğsünün üzerindeyken, yemek coşkusunu yaşadıktan sonra oynarken ise bağlarını kuvvetlendirmeye başlar. Öyle ki, yavaş yavaş farklı ağlama seslerini bile ayırt edebilir hale gelir.
Bebeğin ilk aşk tecrübelerini anneyle kurduğu bu ilişki oluşturur. Her aşkın yükünü çeken biri vardır, bu aşkın yükünü de anne taşır. Memesinin uçları çatlamaya başlasa da merhemle bu yaralarını iyileştirerek tekrar bebeğine doyum verebilmek için çaba sarf eder. Bebeğin açgözlülük denebilecek sevdasına karşı anne kendi sabır gücüne sığınır. Bu tip durumlarda eşinden destek görüyorsa bu onun için büyük bir rahatlıktır ve yarım saat molada yurt dışına bir seyahate çıkmışçasına kendini ferahlamış hisseder.
Bebeği tanımak, anne için olduğu kadar bebek için de büyük önem taşır. Kucağındaki bebeğin ihtiyaçlarını bilen bir anne, ona yalnızca süt vermez, şefkat ve merhamet de vermiş olur.
Bebeği fiziksel olarak süt, psikolojik olarak da annenin doğal içgüdüleri ve merhameti büyütür.